İMKANDER Derneği > FAALİYETLER |

GönülDer'de "Bağımsız İslami Kafkasya" Konferansı


Genel Başkanımız Murat Özer, Ataşehir GönülDer'de Bağımsız İslami Kafkasya konulu bir konferans verdik.

GönülDer'de quot Bağımsız İslami Kafkasya quot Konferansı

Gönülder'in davetiyle katılmı olduğumuz "Geçmiş ve Günümüzde Kafkasya Mücadelesi" adlı konferansımıza birçok Gönülder üyesi katıldı.

Konuşmacı olarak İMKANDER Genel Başkanı Murat Özer ve Akit Gazetesi Dış Haberler Muhabiri Hüseyin Kulaoğlu katıldı.

Murat Özer, İmam Şamil ve İmam Mansur dönemindeki bağımsız İslami Kafkasya mücadelesinin bugün de aynen bazı merhalelerden geçerek devam ettiğini, şu anda devam eden Kafkasya'daki direnişin tertemiz bir İslami temel üzerinde gerçekleştiğini anlattı.

Konuşmasını bugün kuzey Kafkasya'da devam eden direnişin haritası ile destekleyen Özer, İmam Mansur ve Şamil dönemindeki Kafkasya İslam Devletinin haritasının da bugünkü direniş haritası ile aynı olduğunu gösterdi.

Murat Özer'in Konuşma Metni:

“Çeçenistan, Dağıstan ve Kabardin Balkarya‘nın da içinde bulunduğu Kafkaslar‘da Rusya‘ya karşı direniş 400 yıllık tarihinin maddi başarı anlamında en kötü zamanlarından birisini yaşıyor. Son 15 yıl içerisinde 250 bin kişi yaşamını yitirdi. On binlerce kişi mülteci durumuna düştü. Direniş önderlerinin çok önemli bir kısmı şehid oldu. Çeçenistan‘da işbirlikçi bir yönetim ülkenin büyük çoğunluğuna hakim oldu. Mücahidlerin lojistik imkanları kesildi. Sadece düşmanla değil, açlıkla, yoklukla imtihan edildiler. İslam dünyası kendilerini yalnızlığın karanlık kucağına terk ettiler. İslamcı hareketlerin dahi gündemlerinden düştüler.

Fakat onlar, yüzlerce yıllık mücadele tarihi içerisinde önemli bir iş başardılar. Direnişlerini bir mektebe çevirdiler. İslam dünyasının küçücük bir ülkesinde, 80 yıl Sovyet rejiminin hakimiyetinde kalmış küçücük bir coğrafyada “İslami direnişin her türlü milli-ulusal kirlilikten uzak; saf, temiz, tevhid ve adalet şiarını yükselten bir mektep olması gerektiğini“ haykırdılar. Belki tarih sahnesinden kısa bir süre sonra çekilecek bu direniş. Ama son nefesini verirken kutlu bir sada bırakarak gidecekler direniş önderleri, teker teker.. Arkalarında güzel bir miras bırakarak. Tüm dünya onları terk etti. Onlarsa kendilerini asla terk etmeyecek olana, birer birer teslim ediyorlar bedenlerini.


“Kafkasya Mücadelesi Kuru Bir Toprak Kavgası Değil, Bağımsız İslami Kafkasya Kavgasıdır“

Çeçenistan-İçkeriya Cumhuriyeti‘nin “halk iradesine dayanan, demokratik parlamenter rejiminin lağvedilip“ yerine İslam şeriatına dayalı Kafkas İslam Emirliği‘nin ilan edilmesini Dokko Umarov‘a telkin eden ve Emirlik ilanının taslağını oluşturan kişi Şehid Emir Seyfullah'dı. Bu sebeple, Emirliğin “Kadılık“ görevini de yürütüyordu. O‘nun çabalarının iki önemli vechesi vardı: Birincisi, ulusal kurtuluş savaşı‘ndan Şeriatı ikame etme savaşına geçilmesini sağlamak. İkincisi ise, İslami devlet talebini, Suud‘daki ya da İslam dünyasındaki diğer şekilsel Şeriat yönetimlerinden farklı olarak, anti Emperyalist, anti Siyonist Küresel İslami direniş çizgisiyle desteklemek.

Türkiye‘deki İslami çevrelerce de çokça tartışılan “emirlik ilanı“ konusunda yaptığı uzun açıklamalarında bu iki hususun altını çizmiş, konuyu İslami kaynaklara gönderme yaparak; siyasi ve tarihi arkaplanını gündemleştirerek geniş bir perspektifle izah etmişti.

İslami Yönetimin İlanı

1992 yılında ilan edilen Çeçenistan-İçkeriya Cumhuriyeti‘nin Anayasası egemenliğini halka dayandıran, fakat laik olmayan bir Cumhuriyetti. İslam Emirliği ilanıyla yürürlükten kaldırılan Anayasanın 2. maddesi şu şekildeydi: “Çeçen Cumhuriyeti halkı, devlet genelinde egemenliğin tek kaynağıdır. Halk, kendine ait olan egemenlik hakkını doğrudan ve kendisi tarafından oluşturulan yasama, yürütme ve yargı erkini temsil eden organlar tarafından, keza kendi yönetim organları aracılığıyla gerçekleştirir."

Emir Seyfullah ve Emirliğin İlanı

Çeçenistan‘daki direnişçilerin büyük bir iç çekişme yaşadığı, milliyetçilerle, dindar kimliklerini öne çıkartan kişilerin arasındaki husumetin giderek arttığı, davanın önemli liderlerinin suikastlarla şehid edildiği bir dönemde, Emir Seyfullah, Cumhurbaşkanı Dokko Umarov‘a bir mektup yazarak, “şeriat ilan etmesini, sürgündeki parlamentoyu fesh etmesini, ulusal sembollerin de içinde yer aldığı (milli bayrak, milli marş vs.) her türlü seküler anlayışın terk edilmesini talep eder.

Emir Seyfullah mektubunda şu ifadeleri yazar: “Allah'ın dininin esasları her insan tarafından kolayca anlaşılabilir. Kuran insanlara sadece okunması ve yazılması için gönderilmedi. Eğer biz Kur'an ve sünnetten apaçık delilleri görüyorsak, gerçeği gizlemeye çalışan, Allah'ın ayetlerini gizleyen, hevalarının faydası için onu yanlış yorumlayan, şerre çağıran alimleri onaylamak zorunda değiliz. Elbette, biz sarfettiği sözler hüccetlerle (delillerle) uyuşan alimlere saygı duyarız, fakat bize akide'nin temel konularında (Usul'id Din'de) alimleri taklid'e izin verilmemiştir. İtikadi meselelerde birisinin ifadesini kabul etmeden önce sahih bir delil'e ihtiyacımız vardır.“

Emir Seyfullah‘ın bu mektupta usul‘id din konusunda ortaya koyduğu yaklaşım, tam anlamıyla muharref geleneksel din anlayışından uzaklaşıldığının da kanıtıydı. Omarov‘un cevabı ise kendisinin de aynı çizgide durduğunu bildirmektedir. Bu tavır alış, hem Allah‘ın emri olduğu için kaçınılmaz olarak görülmüştür, hem de mücahidlerin arasındaki ihtilafı “doğru bir söz“ etrafında çözmeyi hedeflemiştir.

Mücahidlerin önderlerinin bu noktadan sonra aralarında yaptığı tartışmalar da emirlik ilanının siyasi kazanımları ya da kayıpları üzerinden değil, usuli vechesi açıdan olmuştur. Çeçen direnişinin önemli komutanlarından Ebu Osman'ın Naib'i Emir Muhanned, Seyfullah‘a bir mektup yazarak, savaşı kazanana kadar usuli konuları ertelemenin mümkün olup olmadığını sorar. Bosna Savaşına gönderme yapılan mektupta, çeşitli İslam alimlerinin buna cevaz verdiği üzerinde durur. Ancak Emir Seyfullah‘ın buna cevabı kat‘i dir. İslam fıkhındaki azamet-ruhsat tartışmasına atıf yaparak verdiği cevap, hangi durumda olursa olsun, Müslümanların ancak İslami bir otoritenin tesisi için savaşabilecekleri yönündedir. Ne savaş sırasında ne de zafer sonrasında Müslümanların “İslami ilke ve taleplerini“ gizleyemeyeceklerini açık bir dille bildirir.

Kayıplar ve Kazanımlar

Milli bir devlet olma talebini dillendirerek, ülkenin savaştan sonra da parlamenter bir rejimle devam etmesini talep eden kesimler için Anayasanın “İslami kurallara“ dayanması çok da önemli değildi. Nitekim, emirlik ilanına karşı çıktığı için Umarov tarafından azledilen direnişin Avrupa Temsilcisi Zakayev, ülkenin zaten İslami bir anayasası olduğunu savunarak, emirlik ilanının direnişi “küresel terörün“ safına girmeye zorladığını iddia ediyordu. Aslına bakılırsa, Zakayev‘in söyledikleri bir yönüyle doğruydu. Ancak Zakayev‘in anlayamadığı bir gerçek vardı: Direniş, emirlik ilanıyla sadece “Şeriat‘ın ikamesini öncelediğini söylemiyor; davalarının sadece Çeçenistan‘la sınırlı tutulamayacak kadar geniş olduğunu, tüm Kafkasya‘nın bağımsız İslami bir çatıda toplanması gerektiğini de duyuruyordu. Ayrıca, Rusya kadar ABD ve İsrail‘in de Müslüman halkların düşmanı olduğunu ve saflarının diğer cephelerdeki İslami direnişçilerle aynı olduğunu vurguluyordu. Çeçen direnişi sadece kabuk değiştirmekle kalmıyor, içeriğini de İslamcı argümanlar ve İslamcı ideallerle şekillendiriyordu. Laikler, milliyetçiler bu çeperin dışında kalabilirdi. AB‘nin ve ABD‘nin desteğini tamamen yitirmekle kalmıyorlar, aynı zamanda kendilerini, Rusya‘ya karşı savaştıkları için maddi anlamda destekleyen Körfezdeki Arap ülkelerini de karşılarına aldıkları için maddi anlamda büyük bir cenderenin içine sokuyorlardı.

Bunlar Mücahidlerin görece kayıplarıydı. Ancak, cepheyi genişletmeleri, Kafkaslardaki diğer mücahid unsurların bir çatı altında toplanmasını sağlamıştı. İnguşlar, Dağıstanlılar, Osetler ve diğer Çerkes unsurlar da artık direnişin asli unsurları haline gelmişti. Savaş tüm Kafkasya‘ya yayılmıyor, fakat, Çeçen davası olmaktan çıkıyordu. Kabardey ve Balkarya ile birlikte İnguşetya‘lı İslami cemaatler de Emirliğin otoritesini tanıdıklarını ilan ettiler.

Cihadı Etkisizleştirme Çabaları

Emir Seyfullah‘ın üzerinde durduğu bir diğer nokta, direnişin küresel güçler tarafından meşruiyetinin zaten olmadığıydı. Aslan Mashadov‘un öldürülmesinden sonra, Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti‘nin Batı tarafından tanınması meselesi kapanmıştı. Rusya bu noktadan sonra direnişin ideolojik beslenme kaynağını ortadan kaldırmaya yönelmişti. İşte Emirlik ilanıyla, direniş Rusya‘nın elindeki bu imkanı almaya çalışıyordu. 11 Eylül süreciyle birlikte, ABD yönetimiyle tam uyumlu hareket etmeye başlayan başta Suudi yönetimi olma üzere Körfez ülkelerinin maddi desteği zaten kesilmişti. O dönemde veliaht olan Kral Abdullah‘ın Moskova‘ya giderek Putin‘le anlaşmış olması ise, artık geri dönülemez bir süreci başlatıyordu. Rusya‘nın Irak işgali karşısında Batı karşıtı bir noktada yer alması, Filistin meselesinde Hamas yetkililerini Moskova‘ya davet etmesi de Rusya‘nın yeni bir açılımıydı. Bu durum, Çeçen direnişinin İslam dünyasında yalnızlığa itilmesini sağlayan bir başka sonucu doğruyordu.

Rusya, sömürgecilik konusunda dünyanın en profesyonel ülkesi İngiltere‘nin yolunu takip ediyordu. Çeçenistan‘da desteklediği ve iktidara getirdiği eski Müftü Kadirov‘un, O‘nun öldürülmesinden sonra da oğlu Ramzan Kadirov‘un ülkeyi camilerle donatmasını destekledi. Paraya boğduğu Kadirov‘un ahlaksız görüntüleri internete düşse de, Türkiyeli mütedeyyin yazarların da desteğiyle “selefi cihadcılığa“ karşı “sufi İslam“ın savunucusu, boynuna astığı 99‘luk tesbihiyle zikirlere katılan Müslüman bir devlet adamıydı Kadirov artık. Rusya, bundan sonra, -tıpkı birkaç gün önce Mardin‘de daha önce adı sanı duyulmamış bir alay sarıklı hocaefendinin toplanıp, İmam İbn Teymiyye‘nin cihad fetvasını iptal etme girişimine benzer şekilde- Suudi dinadamlarının fetvalarıyla Kafkaslarda cihadın olamayacağı propagandasını yaptırıyordu.

Sonuç olarak Rusya, 11 Eylül sonrası oluşan süreci kendi lehine çevirmede başarılı oldu. Kafkasyalı mücahidlerin direnişlerinin operasyonel olarak küçülmesinden bahsetmiyorum; bu arızi bir durumdur ve aşılabilir. Asıl önemli olan Müslüman halkların ve daha da önemlisi İslamcı hareketlerin gündemlerinden, bu direnişin tamamen düşmesi olmuştur. İşin bu noktaya gelmesinde en az pay sahibi olanlar ise şüphesiz mücahidlerdir. Onları, aldıkları kararlar sebebiyle suçlayanların kendi içinde bulundukları durumu konuşmalıyız belki de. Fakat, onlardan talep ettikleri, “ulusal karakterli bir Çeçen davasında devam etmeleri“ görüşünü konuşmak bugün için daha önemli.

 

İslamcılık ve Yeni Durum

Çeçenlere, milli bir kurtuluş savaşı dayatması yaparak, İslamcı öğretiyi referans almamayı öğütleyenlerin başvurduğu örnek Bosna savaşıdır. Peki Bosna‘da Sırp ve Hırvat unsurlarla birlikte laik ve demokratik parlamenter bir rejimi Dayton‘la kabul eden Boşnak Müslümanlar başarılı sayılabilirler mi? Bu başarıyı sadece nesnel ve dünyevi açıdan tahlil etmeye kalktığımızda karşımıza, 200 bin şehidin verildiği bir direniş sonrasında hala kapanmamış yaralar, bitmemiş bir savaş çıkmaktadır. Bosnalı Müslüman hanımlarla evlenerek, bu ülkede kalan mücahidlerin dahi sınırdışı edilmesi, bir kısmının ABD‘ye teslim edilmesi ise cabası. Savaştan geriye kalan tek olumluluk, mücahidlerin –özellikle Arap yarımadasından gelenler- geride bıraktığı İslami düşünce ve pratik mirasıdır ki, bu durum, ülkedeki dindarlaşma sürecinin başat sebebidir.

Kafkas mücahidlerinin içinde bulunduğu durum, sadece onlarla sınırlı olsaydı; bu konuda daha lokal cevaplar üretmek mümkün olurdu. Fakat, 11 Eylül‘le başlayan ve tüm İslam dünyasını derinden sarsan yeni konjonktür hesaba katılmaz ise Çeçen cihadının geldiği süreç de tam olarak anlaşılamaz. Bu yeni durumun ortaya koyduğu birkaç gerçek var ki; bunu Müslümanlar kendi iradeleriyle sağlamışlardır.
Bu süreçten sonra yerel İslami direnişler için milli-ulusal mücadele çağı kapanmıştır. Çünkü, bu tarz mücadeleler, küresel bir gücü karşısına alırken, bir diğer küresel gücün açık ya da zımni desteğini alırlardı. ABD‘nin “ya bizimlesiniz, ya da karşımızda“ ifadesiyle düşman kendi bulunduğu noktayı tanımlıyordu. Yerel İslamcı direniş öbekleri ise kendilerini karşıt bir cephede tanımlarken, tüm küresel güçleri karşılarına almış olmaktadırlar. Yerel tağuti otoritelere karşı silahlı direnişin dozu azaltılırken, ya da bazı bölgelerde tamamen bitirilirken; namlular tüm küresel küfür güçlerine çevrilmektedir. Cezayir ve Yemen bunun en somut örnekleridir. Benzer bir durum Afganistan ve Irak‘da da karşımıza çıkıyor. ABD bu cephelerde, İngiltere başta olmak üzere tüm Batılı güçleri nasıl aynı cephede toplamayı başarmışsa, direniş de ümmetin pek çok unsurunu aynı saflarda toplamayı başarmıştır. Yani İslamcılar solun hep ümid ettiği ama, kısmen bazı cephelerde başarabildiği “enternasyonalizm“i; kendi kavramımızla ifade edersek “ittihadı İslam“ı cephede başarmış durumdadırlar.
Sorun, yıllardır teorize ettikleri İslamcılık‘ın ulusal sınırlara hapsedilemeyecek, milliyetçi kurtuluş savaşlarına indirgenemeyecek düzeyde geniş bir perspektifi kuşanması gerektiğini söyleyen İslamcıların, sonunda, kendi arzuladıkları çizgiye, İslam coğrafyalarının birer birer gelmiş olmasıdır. Bu durum bedel ödemeyi gerektiren, diğer bir ifadeyle küresel intifadanın neferleri olmayı icab ettiren yeni bir haldir. Sınanma işte tam da burada olmaktadır.
Bir diğer durum, bundan sonra, Müslüman coğrafyaların kaderlerinin birbirinden bağımsız olamayacağı gerçeğidir. Tüm İslami direniş cepheleri, Kudüs‘ün kurtarılması hedefini, mücadeleleri için temel bir hedef ve motivasyon haline getirmişlerdir. Bu durum Irak, Afganistan, Çeçenistan hatta Somali‘deki direniş örgütlerinin bildirilerinde açıkça görülebilir"

HÜSEYİN KULAOĞLU'NUN ÇEÇENİSTAN İZLENİMLERİ:

Kısa bir süre önce Çeçenistan'a gitmiş olan Akit Gazetesi muhabiri Hüseyin Kulaoğlu da işgal altında bulunan Çeçenistan'daki gözlemlerini aktardı. Heryerde Putin ve Medvedev posterlerinin olduğunu ve Rus bayrakları ile sokakların donatıldığını anlatan Kulaoğlu Türkiye'ye döndükten sonra gözlemlerini gazetesinde anlattığı için kukla Kadirov'un Türkiye'deki propagandacılarınca hedef alındığını aktardı.

Konferansın sonunda izleyicilerden gelen sorulara cevap verilerek program sona erdi.

İMKANDER

 


FAALİYETLER
Tümünü gör
Gazze ve Suriye'de yardımlarımız devam ediyor

İsrail'in yoğun saldırıları altındaki Gazze'de ve savaşın gölgesinde altında hayata tutumaya çalışan Suriye'deki mazlumlara yönelik insani yardım faaliyetlerimiz devam ediyor.

Gazze'de yardım faaliyetlerimiz sürüyor

İsrail'in yoğun saldırıları altındaki Gazze halkına sıcak yemek ulaştırmaya devam ediyoruz.

Afrika'da bir köyü daha suya kavuşturduk

Afrika'da şehitlerimiz adına hisseli su kuyuları açmaya devam ediyoruz. Uganda'nın Kamuli şehrinde açtığımız Malazgirt Şehitleri Su Kuyusu bölge halkına umut oldu.

Ramazan'da mazlum coğrafyalardaydık

İnsanı Müdafa ve Kardeşlik Derneği (İMKANDER), mübarek Ramazan ayı boyunca Gazze başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında mazlumlara yönelik insani yardım faaliyetlerinde bulundu.

Soframızı kardeşlerimizle bölüşüyoruz

İMKANDER olarak Ramazan ayı boyunca Afrika'da iftar sofraları kurarak kardeşlik iklimine katkı sunmaya çalışacağız.

Gazze de sıcak yemek dağıtımlarına devam ediyoruz

İsrail'in yoğun saldırıları altındaki Gazze halkına sıcak yemek ulaştırmaya devam ediyoruz.

Gazze'de soykırım var

İsrail'in 7 Ekim'de Gazze'ye başlattığı saldırı soykırıma döndü

Bir köyü daha suya kavuşturduk

Afrika'da şehitlerimiz adına hisseli su kuyuları açmaya devam ediyoruz. Uganda'nın Kamuli şehrinde açtığımız Sakarya Şehitleri Su Kuyusu bölge halkına umut oldu.