28 Şubat sürecinde yapılan yargılamalar sonucu ceza alan kesimlerin mağduriyetine dikkat çeken İnsanı Müdafaa ve Kardeşlik Derneği (İMKANDER) Genel Başkanı Murat Özer, o dönem alınan tüm kararların siyasi kararlar olduğunu, bu nedenle yeniden yargılamaların önünün açılması gerektiğini belirtti.
O dönemdeki hukuksuz uygulamalara yönelik bu mağduriyetlerin ortadan kaldırılması için kamuoyunda ciddi bir talebin olduğuna işaret eden Özer, bu taleplerin adalet arayışı açısından anlamı ve çok kıymetli olduğunu fakat bazı konularda eksiklikler yapıldığını ifade etti.
Özellikle 28 Şubat davalarıyla alakalı davaların sadece 28 Şubat 1997'deki darbeden sonra gerçekleşen kısımlarıyla ilgili bir mağduriyet varmış gibi düşünüldüğüne dikkat çeken Özer, bu mağduriyetlerin aslında darbenin bir neticesi olarak oluştuğunu belirtti.
"Pek çok insan bölgeyi terk etmek zorunda kaldı ve 5 bine yakın köy boşaltılıp yakılmıştı"
Özer, "O günleri birkaç cümle ile anlatmak lazım. Eğer o günleri anlamazsak, o karanlık dönemi anlamazsak, o gün dindar insanların, Müslüman kimlikleriyle öne çıkmış insanların yaşadığı bu mağduriyetleri anlamamız mümkün olmaz. Eğer hatırlayacak olursanız, bunların en önemlileri başta Doğu ve Güneydoğu'da Müslüman kimlikleri sebebiyle bölücü terör örgütünün saldırısına maruz kalmış olan insanlardı ve bu insanlar gerçekten o günkü devlet anlayışı ve PKK arasında sıkışıp kalmıştı. Kendilerini korumaktan başka bir çareleri yoktu. Pek çok insan bölgeyi terk etmek zorunda kaldı ve 5 bine yakın köy boşaltılıp yakılmıştı. Yüzbinlerce insan büyükşehirlere göç etmek zorunda kalmıştı. Pek çok insan kendi ailesini müdafaa etmek için bölücü terör örgütünün hedefi haline gelmiş ve kendini müdafaa ederken bir süre sonra suçlu duruma düşmüştü." dedi.
1990'lı yılların başında Salman Rüştü'nün Hz. Peygambere ve ehl-i beyte ağır hakaretler içeren kitabının Aziz Nesin tarafından Türkiye’de yayınlandığını hatırlatan Özer, bu durumun çok büyük protestolarla karşılandığını ve Cağaloğlu’ndaki bir ofisin halkın ayaklanması sonucu yakıldığını belirtti.
Özer, "Bu şekildeki halkı galeyana getiren provokatif eylemler bununla sınırlı kalmamış çok kısa bir süre sonra Aziz Nesin, Salman Rüştü’nün 'Şeytan Ayeti' isimli kitabının parçalarını yayınlamaya, neşretmeye devam etmiş ve Alevilerle Sünni vatandaşlarımızın birlikte yoğun olarak yaşadığı Sivas gibi son derece kritik bir yerde bu provokasyona devam etmişti ve neticesinde Sivas olayları patlak vermişti." diye belirtti.
"Sivas olayından dolayı birçok kişi içeride bulunuyor"
Özer, şu ifadeleri kullandı: "Orada da pek çok kişiyle ilgili ilgisiz estirilen havayla bugün o konuyla ilgili davaların süreci çok açık bir şekilde ortadadır. O gün orada olmayan birçok insan dahi bu kışkırtma içinde olmadığını ispat etmesine rağmen müebbetle cezalandırıldılar. Bu sebeple Sivas’tan dolayı da birçok kişi içeride bulunuyor. O günkü o kaotik ortam öyle bir noktadaydı ki 90'lı yıllarda mesela 1995 te İstanbul’un bazı semtleri terör örgütleri tarafından işgal ediliyordu ve devletin güvenlik güçleri dahi giremiyordu. Mesela Gazi eylemleri, Gazi olayları bunun en açık kanıtıdır. Yani devlet o gün o kadar bir acze düşmüştü ki, İstanbul gibi en büyük metropol şehirlerinde bile güvenlik gücü ancak panzerlerle, tanklarla girebilecek noktaya gelmişti."
28 Şubat gibi karanlık bir atmosfer içinde dindar insanların PKK ve devletin içindeki Ergenekon gibi yapıların kıskacında olduğunu anlatan Özer, "Karşılıklı olarak bu yapılar birbirini besledi ve sonuçta bölge halkı bundan en çok zarar gördü. Bu atmosferde pek çok insan kendini müdafaa ederken suçlu durumuna düşürüldü. Bu sebeple 28 Şubat'ı hazırlayan süreçleri de göz ardı etmeden süreci anlamlandırmalıyız. Yani oradaki mağduriyetin sadece darbenin sonucunda gerçekleşen bir mağduriyet olmadığını, darbeye giden süreçte zaten ülkemizde kaotik bir atmosfer oluşmasını, insanların birbirlerine düşmesini, ideolojik sertliğin her tarafta insanların birbirine düşürmek isteyen güçlerin elinde adeta bir oyuncağa dönüştüğünü görmemiz gerekir. 28 Şubat 97 darbesi sadece bunu daha fazla muhkem hale getirmiştir. Brifingli yargılamaya biz bu andan sonra şahit olmuşuzdur. Askeri bürokrasinin, generallerin adli yargı mensuplarını toplayıp onlara brifingler verdiğini ve yargılamalar esnasında nasıl bir yöntem izlemeleri gerektiğini, kimleri ne kadar yargılamaları gerektiğini, kimleri ebediyen hapisten çıkarmamaları için neler yapılması gerektiğinin talimatları verilmiştir." dedi.
"28 Şubat yargılamalarının tamamı, tamamen siyasi yargılamalardır"
Özer, "28 Şubat yargılamalarının tamamı, tamamen siyasi yargılamalardır. Hiçbir şekilde adalet duygusuyla alakası yoktur. O sebeple bugün bizim yapmamız gereken şey öncelikli olarak 28 Şubat'ta suç işlediğine kanaat getirilen kişiler de dâhil olmak üzere, biz bu kişilerin hiçbir şekilde suç işlemediğini, yani mesela silah kullanmadığını, şiddete başvurmadığını iddia etmiyoruz. Böyle insanlar da 28 Şubat yargılamaları esnasında olabilir. Fakat bu kişiler 28 Şubat'ın adaletsiz yargılamaları sebebiyle çok daha az cezalar alabilecekken, çok daha ağır cezalara mahkûm edilmişlerdir. Çünkü öncelikli olarak tamir edilmesi gereken şey adalet mekanizmasının kendisiydi. Ve bugün 28 Şubat dönemiyle alakalı olarak bu brifingli yargının, despotizminin ortadan kaldırılması gerekiyor." ifadelerini kullandı.
"Müslüman yönelik adalet mekanizması daima en şiddetli şekilde işledi."
Ergenekon ve Balyoz davasında tutuklu bulunanların bir gecede salıverildiklerini hatırlatan Özer, "Biz, Ergenekon ve balyozun birçok kişinin suç işlediğine kanaat getirmiş durumdayız. Fakat biz 90'lı yıllardan itibaren Türkiye’de özellikle dindar kesimlere, Müslüman insanlara bu halkın kendisine yönelik adalet mekanizmasının daima en şiddetli şekilde işlediğini gördük. Yargının hiçbir şekilde adalet duygusundan nasibini almadan bir darbeci anlayışla bir vesayet anlayışıyla yaklaştığını gördük. Bu sebeple de bir an evvel 28 Şubat davalarının yeniden ele alınması, gerçekçi bir adalet anlayışıyla, bir adalet mekanizmasıyla bunların tekrardan yargı önüne çıkartılması ve bu kişilerin adil bir şekilde yargılanmasından sonra artık 30 yıla yakın neredeyse bir süreç geçtikten sonra artık bu insanların ömürlerini içeride tüketmelerine fırsat verilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Adalet ancak bu şekilde sağlanır. Bu sebeple biz İMKÂNDER olarak af istemiyoruz, biz adil bir yargılanmanın yeniden yapılması gerektiğini düşünüyoruz."
Aradan 21 yıl geçmesine rağmen, dönemin yargılama ürünü olan birçok dosyadan insanların cezaevinde tutulduğuna dikkat çeken Avukat Kaya Kartal ise bu durumu her fırsatta gündeme getirmeye çalıştıklarını söyledi.
"28 Şubat'ın diğer aktörleri bu güne kadar soruşturulmadı"
Ankara'da görülen 28 Şubat davasına değinen Kartal, "Maalesef bu dava sadece darbenin askeri ayağının içerisinde sadece 'Batı Çalışma Grubuna' yönelik açılmış bir dava. 28 Şubat'ın diğer aktörleri olan basın, yargı, sivil toplum gibi aktörler maalesef bu güne kadar soruşturulmadı, hesap verme sürecine de dâhil edilmedi. Oysaki özellikle medya ayağına baktığımızda, insanlara itibar suikastları yaptığı, önemli duruşmaların arifesinde medya bombardımanıyla mahkemeleri etkilediği gündeme gelmiştir. Başörtüsü meselesinde üniversiteler de bu aktörlerden biri ve bunlardan sadece eski YÖK başkanı Kemal Gürüz hesap verdi. Bu konuda diğer aktörlerin hesap vermesi gerekir." diye konuştu.
(Nizamettin Aşkın- İLKHA)